14 Mart 1919; vatanı işgal, orduları terhis edilmiş, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşürülmüş bir milletin Tıbbiyeli evlatlarının emperyalizme direnişlerinin ilk adımı, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ın ilk kıvılcımıdır.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’u işgal eden İngilizler kısa süre sonra Askeri Tıbbiye’yi karargâh olarak kullanmaya başladılar. Yatakhanelere, tuvaletlere el koydular. Üniforma giymelerini yasakladıkları öğrencileri pijama ve gecelik entarileri ile derslere girmek zorunda bıraktılar. Bu aşağılanmalara katlanamayan
Tıbbiyeliler bir protesto eylemi ile mağrur İngilizlere ibretlik bir ders vermeyi kararlaştırdılar. Tıphane-i Amire’nin (sonradan Askeri Tıbbiye-i Şahane, bugün İstanbul Tıp Fakültesi) kuruluş günü olan 14 Mart 1827’nin yıldönümünde bilimsel bir toplantı için izin aldılar. Hikmet’in de aralarında olduğu 6 öğrenci toplantıyı direnişlerini ateşleyecek ve İstanbul halkına moral verecek bir bayram kutlaması olarak düzenlemek amacıyla arkadaşlarını gizlice örgütlediler. Hocalarıyla birlikte büyük katılımla yapılan bilimsel (!) toplantı sırasında okulun iki kulesi arasına akşamdan asarak sakladıkları Türk Bayrağı’nı öğrencilerin coşkulu alkışları ve İngilizlerin şaşkın bakışları arasında çatıdan aşağıya salıp bütün İstanbul’dan görülecek şekilde boğaza nazır Askeri Tıbbiye’nin ön cephesini boydan boya beyaz ay yıldızlı al bayrağımızla kapladılar. O tarihten beri ülkemizde 14 Mart Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır. Yaklaşık 2 ay sonra, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa 22 Haziran 1919’da yayınladığı Amasya Genelgesi ile Eylül başında Sivas’ta ulusal bir kongre toplanması için çağrı yapınca Tıbbiyeliler kendilerini temsil etmeleri için iki arkadaşlarını seçtilerse de, harçlıkları sadece Hikmet’i göndermeye yetti. Kaçak yollarla güç bela Sivas’a ulaşan Hikmet, kongrede bazı delegelerin kurtuluşu İngiliz ya da Amerikan mandasına
gören konuşmaları üzerine söz aldı ve doğrudan Mustafa Kemal’e hitaben “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki 2 mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar, şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz” dedi. Tıbbiyeli Hikmet Bey’i sükunetle dinleyen Paşa, “Efendiler, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır” dedikten sonra Hikmet’e dönerek “Evlat müsterih ol, gençlikle
iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez, Ya İstiklâl Ya Ölüm !” diyerek sözlerini tamamladı. Manda yılgınlığını tarihe gömen Hikmet Bey ve o günlerin Tıbbiyelileri, Atatürk’ün 20 Ekim 1927’de Büyük Nutuk’unu bitirirken “Ey Türk Gençliği” diye seslendiği,
Cumhuriyeti ve devrimleri emanet ettiği, vatandan başka sevda, milletten başka aşk tanımayan o şanlı neslin evlatlarındandır. 1911 Trablusgarp ile başlayıp 1922 Büyük Taarruz ile sonlanan 12 yıl, Askeri Tıbbiye’nin 197 yıllık yaşamındaki en acılı, en meşakkatli, en zorlu dönemdir. Bu 12 yılda Osmanlı Devletini yıkılmaktan kurtarmak için Atatürk, arkadaşları ve milletimizin büyük çoğunluğu gibi Tıbbiyeliler de cepheden cepheye koşmuş, büyük bedeller ödemiş, hatta 1921 yılında tüm son sınıf öğrencileri şehit düştüğünden mezun verememiştir.
Türk Ulusu’nun dün olduğu gibi bugün de nice Tıbbiyeli Hikmetleri vardır. Onlar, kim ne derse desin hiçbir yere gitmediler, gitmezler. Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Tıbbiyeli Hikmet bilinci ve Atatürk’ün “Beni
Türk hekimlerine emanet ediniz” sözlerine lâyık olma gayreti ile gece gündüz Türk Ulusu’nun yanında olan değerli hekimlerimizin Tıp Bayramı’nı kutluyor, değerlerinin bilindiği günlere kavuşmaları dileğiyle saygılarımızı sunuyoruz.